Pazar, Mayıs 26, 2019

Bencillik

Kendimizi her zaman merkez noktasına koyup olayları, ilişkilerimizi değerlendiriyoruz. Bize kim ne yapmış, biz başkasına nasıl davranmışız.. kafamızda hep buna benzer sorular dönüp duruyor. Evet her birimiz bir kişiyiz benliğimiz, kişiliğimiz karakterimiz var ancak bu kendimizi merkezde tutup referans noktası olarak belirlememiz şart değil. Burada ince bir çizgi var, belki de çok belirgin bir çizgi ancak biz bu konuya eğilmediğimizden bunun belirginliğinin farkında değiliz bu yüzden bu konuyu iyice ele almalı ayrımları ve tanımlamaları çok iyi yapmalıyız; yani doğru analiz ve açıklama yapmalıyız. 

Kendimizi merkeze koyduğumuz için her şeyden etkileniyoruz, birisi bize kendimize göre yanlış ve kabul etmediğimiz bir davranışta bulunduysa bunu kafamıza takıp uzun uzadıya analiz yapıp düşüncelere dalıyoruz. Bunun nedeni kendimizi inanılmaz bencil hissetmemizden dolayı. Çünkü dünyadaki her şeyin merkezine kendimizi koyup buna göre yorum yapıyoruz. Sinema filmini beğenip beğenmemek, herhangi bir şeyi beğenip beğenmemek çok önemli bize göre. İlla ki yorum yapacak beğenip beğenmediğimizi göstermek zorundayız. Bir şeyi gerçekten beğenmek zorunda mıyız? Yani her şeyde kendimizi merkez noktaya konumlandırıp ve referans alıp değerlendirdiğimiz şeye bir değer atamak zorunda mıyız? Bu hastalığımız yüzünden gereksiz kaygılara, streslere uzun depresyonlara giriyoruz.

Aynı zamanda mazoşist eğilimlerimizden kaynaklanan yaptığımız davranıştan dolayı kendimizi suçlayıp dururuz. Suçluluk psikolojisi de aslında bencillikten kaynaklanıyor. Evet suç işleyebiliriz bundan ders de çıkarabilir belki de kendimizi cezalandırabiliriz. Ancak bu sonsuz kısırdöngünün bize herhangi bir katkısı yok. Suçumuz varsa bunu kabul edip sorumuluk alıp ders çıkarmamızdan başka çaremiz yok. Sürekli kendimizi suçlamak anlamsız ve kendimize eziyet etmekten başka bir şey yapmamaktadır. 

Peki nasıl bir benlik içinde olmalıyız. Bir kişi hem nasıl kendi benliğini yaşar ve hem de bu bencillik hastalığından uzak durabilir? Bir kere kendimizi merkeze koymaktan vazgeçmeliyiz. Dünya bizim etrafımızda dönmüyor. Olan her olayı kendimize yontmamalı her şeyden kendimize göre sonuç çıkarıp değerlendirmelerde bulunmamalıyız. Öte yandan kendimizin kim olduğunu, neyi sevip neyi sevmediğimizi tabi ki bilmeliyiz. İnsan sabit bir kişiliğe ve değerler sistemine sahip değil. Sürekli değişiyor yeni şeyler öğreniyor ve görgümüzü tecrübemizi artırıyoruz. Kendimize ve dünyaya yani doğaya ve tüm canlılara faydalı olacak şekilde hareket etmeye çalışıyoruz (şu an tam tersi olsa da buna doğru evrilmek zorundayız). Burada olayları ve dış dünyayı değerlendirirken doğru olana göre bakış açımızı değiştirmemiz gerektiği. Bencillik yapmanın bize kısa vadede kar sağlasa da uzun vadede zarar verdiğinin (kin beslemek, kibir sahibi olmak, sinirlenmek) farkında olmak gerekmektedir. Yine değerlendirme yaparken hem kendimize göre hem de diğer canlılara göre sağlıklı ve doğru olanı tercih etmemiz gerekmektedir. 

Biz sadece kendimiz değiliz, diğer insanlarla ve tüm doğayla olan bağımız ortada, ne kadar kendi içimize kapanıp bencillik hastalığına kapansak da sosyal olarak diğer insanlara ve diğer canlılara, doğaya muhtacız. Bencillikten kurtulmak, ancak dış dünyayla olan bağımızı kabullenip daha uzlaşmacı olmaktan geçiyor. Bu uzlaşma hem kendimize hem de dış dünyaya faydayı içermeli. 

Olayları ve şeyleri değerlendirirken bazen biz doğruyu söyleyebilir veya bazen biz yanlış söyleyebiliriz, doğruyu söylüyorsak bunu kavgacı üslupla değil doğrunun ne olduğunu göstererek söylemeliyiz. Diğer insanlar bunu anlamıyorsa da ısrarcı olmanın anlamı yok, zorla yapınca insanlar savunma mekanizmasına geçiyor ve doğru olsa da yanlış diyor tuhaf bir şekilde çünkü bencillik hastalığına yakalanıyor. Öte yandan yanlış olduğumuzu farkettiğimizde de bencillik hastalığına kapılmadan yanlışımızı kabul etme cesaretini göstererek bunun sorumluluğunu almamız gerekir. Yanlışı kabul ettiğimiz ve doğrunun doğru olduğunu kabul ettikten sonra zaten kendimizi uzun ve bitmeyen suçluluk duygusuna sokmayacağızdır. Kabulleniş burada çok önemli. Hepimiz sürekli bir eksiklik içindeyiz bu da bir suçluluk krizine sürüklememeli. Yanlış bileceğimizi eksiklik içinde olacağımızı da kabullenmek zorundayız. Mesela bu yazıyı ileride okuduğumda bile bir sürü eksik düşünce göreceğim ancak şu an bu düşüncelerle yazdım bunu, belki de ileride yapacağım çıkarımlar sayesinde daha da iyi analiz yapacağım. Öğrenmenin kendimizi geliştirmenin sonu yok. Hayat bir süreç şu an ve diğer anlarda hatta en sonunda bir sonucu olmayacak. Bu süreç içinde iyiye ve güzele yavaş yavaş yaklaşacağız. İnsan hep eksik ama düşünen ve eleştiren bir varlık olduğundan, eleştiri de bizi geliştirdiğinden daha da gelişeceğiz gitgide diye düşünüyorum. 

Çarşamba, Mayıs 22, 2019

Linux ve MacOS 'da kopyalama hatası error code -36

Bu hatayı genelde dosya kopyalama esnasında kaynak veya hedef disk alanı bozuksa alırsınız. Ben ilk aldığımda windows ne güzel hatalı olanları geç diyordu bu MacOS ne kadar dandik demiştim. Ancak biraz araştırma yaptığımda güçlü Linux komutlarıyla karşılaştım. Bildiğiniz üzere MacOS Unix tabanlı bir işletim sistemi olduğundan ve Linux / Unix işletim sistemleri benzer Unix komut ve terminali kullandığından Linux komutlarının çoğu MacOS'da çalışmaktadır. Bu yüzden Linux ve MacOS yazılım ve sistemciler için kullanışlı işletim sistemleridir. Birkaç komutla kolayca istediğiniz işlemi hızlıca yapabilirsiniz.

Neyse çözüme geçelim. Çözümü aslında ben şu sayfadan buldum burada daha basit ve Türkçe anlatacağım. https://superuser.com/questions/458579/copying-many-files-without-stopping-on-errors-on-osx


kullanacağımız komut cp.

Bunun için hata olduğunda kopyalamaya devam etmesi için -p parametresini ve tüm alt klasörlerin kopyalanması için -R parametresini kullanacağız.

Terminali açın cp -Rp yazın sonra kaynak klasörü seçip sürükleyerek terminale bırakın, böylece dosya yolunu terminale uzun uzun yazmanıza gerek yok bir karakter boşluk bırakıp hedef klasörü de aynı şekilde sürükleyip bırakın terminale, sonra enter'a bastığınızda kopyalama işlemi başlayacaktır. Hata yoksa komut işlemeye devam edeceğinden imlece komut basamayacaksınız yani komut çalışıyor demektir. Aşağıdaki resimde çalışan komut ve alınan hataları gösteriyor hatalar alınsa bile arka planda kopyala işlemine devam ediyor.

Umarım işinize yarar. Teşekkürler.

Salı, Mayıs 21, 2019

2019 başı müzik notları

Eskiden last.fm sistesinde ne güzel blogum vardı. Orada dönem dönem dinlediğim şarkıcıları tanıtır hangi zamanda neler dinlediğimi de not almış olurdum. Ancak ne yazık ki lastfm blogu kaldırmış. Bu yaptıkları resmen kabalık.

Neyse bundan sonra yazalım madem, 16-17-18 senelerinde daha çok yabancı pop müzik dinledim. Yabancı pop müzik nedir ya pop müziğin yabancası mı olur. O zaman global pop müzik dinledim diyeyim Türkçe pop bambaşka. Neyse bu tartışmaya girmeyeceğim.

2018 sonunda yüzyüeyken konuşuruz grubunu sıklıkla dinlemiştim gayet hoş ve dinlendirici bir tarz, doğal sözlerin ön planda olduğu rahatsız etmeyen aynı zamanda sizi alıp kendi hikayesine götüren bir havası var. Ancak biraz depresif ve acı içinde oluğunu söylemem gerekir şarkıların.

2019 başı benim için chilling müzikleri keşfetmemi sağladı ve yeni bir dünyaya giriş yapmış gibi oldum. Chilling müzik rahatlatıcı tarzda olup bir akış içinde sizi dinlendirerek ritmi hissetmenizi sağlıyor. Chill müzğün tarzları var tabi, R&B chill, Pop Chill sonra Lounge tarzında chill müzik başka türleri de vardır. Ben daha çok pop Chill dinliyorum ancak R&B chill 'in de güzel örneklerini dinleme fırsatım oldu. Elektronik Chill tarzı da yine gençler tarafından tercih edilen bir tarz hatta Chill Vibes t-shirtleriyle dolaşırlar canları sağolacısalar. BU t-shityler genelde pembe tonda Palmiye agaçları tonunda oluyor. Elektronik Chill tarzında Shy Martin şarkıcısını biraz sonra tanıtacağız.

Hemen sizlere deezer'daki chilling listemi paylaşıyorum yazıyı okurken bir yandan göz atmak isteyebilirsiniz.


Buradaki sevdiğim şarkıcılara örnek vermek gerekirse en başta Jessie Ware - Love to Love e bayıldığımı söylemem gerekir.

Hemen R&B chill 'in mükemmel örneklerinden devam edelim, Ella Mai'den başlayalım, Trip şarkısının girişindeki piyano ve piyanoyu tamamlayıcı güçlü sesi nedir öyle! Mükemmel!!

Kehlani, Kehlaniye özel bir dosya açmak gerekiyor aslında. Nights Like şarkısını dinleyin multaka. Mükemmel güçlü bir vokal. süper bir şarkı. Bu şarkıda gece yolculuğu yapabilirsiniz şehir ışıkları yanınızdan kayıp geçerken.

Devam edelim, Lolo Zouai yine pop chill tarzında ve çok hoş albümünü dinleyebilirsiniz hatta.

Shy Martin yukarıda söylediğim gibi elektornik chill tarzında biraz daha ve çok başarılı.

Şu an dünyada Billie Ellish çok popüler ancak ben çok bayılmadım.

Diğer beğendiğimiz şarkıcıarımız: Clara Mae, Maisie Peters, Sabrina Carpenter, Emily Burns, Lisa Ekdahl,

Yine Ariana Grande'yi de bu dönem çokça dinlediğimi itiraf etmek istiyorum. Imagine, 7 Rings, god is a woman, no tears left to cry beğendiğimiz şarkılardandı.


Siz yine eğer isterseniz yukarıdaki listemdeki şarkılara göz atabilirsiniz. 

Bir sonraki müzik yazımızda görüşmek üzere..


Cuma, Mayıs 17, 2019

Bitmeyen sorular

Aklımızda bir sürü soru, neyi nasıl yapacağımız, önümüze gelen tercih olarak neyi sececegiz, bir insan ne yapmalı, biz o anda nasıl hareket etmeliyiz, geleceği nasıl planlamali, biz kimiz ne istiyoruz nereye gidiyoruz, dünyayla hayatla ilgili bilinmeyen bir sürü şey. Her konuda bilinmeyen bilmediğimiz bir çok şey var. Bazı soruları yanıtlıyoruz. Veya yanıtladığımizi sanıyoruz. Sahi soruyu yanıtlamak nedir? İcimizdeki soruya bir bakima boşluğa ne yanıt olunca onun yanıtlandığını sanıyoruz, bunu nasıl ölçüyoruz? Doğru yanıt olup olmadığını nasıl belirleyebiliyrouz. Neye göre? Kendimize göre mi yani pragmatik davranarak kendi faydamiza mı? Sorularımiza bulduğumuz yanıtı o an anlayabiliyor muyuz mesela? Bazı sorulara bulduğumuz yanıtlar belki o an doğru ve ancak gelecekte yanlış yanıt olduğunun farkına varacağız. Bir soruna bulduğumuz yanıtın doğru olup olmadığını verdiğimiz yanıtın sağlamlığiyla alakalı olabilir. Şöyle ki yanıt verirken elimizde yeterli kanıt varsa ve bu kanıtlar doğrulanabilir ve tam tersi yanlislanabilirse yanıt o kadar sağlam oluyor. Bilimsel bir hipotez gibi ne zaman yanlışlanorsa o zaman o yanıt çürümüş oluyor. Hayatta her sorunu bilimsel verilerle çözemeyiz belki de şimdilik öyle sorunu matematiğe döker ve modelini olusturursak belki yeni teknolojilerle ona da belirli bir paterne göre yanıt bulabiliriz ancak bu yanıt daha önceki verilen yanıtlara benzer nitelikte çalışacağından gerçeğe ve kadar yakın ve uzak onu bilemeyiz. Neyse bilimsel bir yazı yazmak istemiyorum. Konu sorunları matematikle çözüp  çözemeyecegimiz değil. 

Sorduğum şey bir yanıtın gerçekten o sorunun yanıtı olduğunu nasıl anlayabiliriz? 
Bu sorunun yaniti da aslında çok bilmekle ve bilgiyi anlamaktan geçiyor. Bilgimiz arttıkça bizim davranışlarımız önyargılarımiz tercihlerimiz dahi değişiyor. Yani doğruya bilgimiz arttıkça bir adım daha yaklaşıyoruz. Bazı soruların ise net bir cevabı yok. Şöyle söyleyeyim tek bir yanıtı yok. Farklı bir yanıt olduğunda farklı koşullar ortaya çıkacağından yeni bir durum ortaya çıkmış olacak ve o koşula yeni bir yanıt bulunması gerekecek. Aslında bu tercihlerimizle ilgili; bir tercih yaptığımızda yeni bir durum oluşuyor ve o tercihten sonra o tercihe göre yeni sorunlar ve yanıtlar bulmamız gerekiyor. Tercih edilmeyen durum geride kaldığından yeni sorunlarin yanıtı tercih edilen durum ve sonrası için aranması gerekiyor. 

Bir de şu konu var ki bazen bazi sorularımiza hiç yanıt bulamıyoruz. Bilinmeyen şeylerin cok olması bizi rahatsız etmiyorsa sorun yok ancak ben bilinmeyen şey çoksa buna stres yapıyorum. Gerçi bu stres olmasa bunca sorunuma yanıt bulabilir miydim bilmiyorum. Stres yaşamın bir sonucu bir savunma mekanizması. 

Her soruya yanıt bulamayacağımiz gerçeğini de kabul etmek gerekiyor. Genelde söylediğim gibi de sanki önemli olan şey sorulara yanıt aramamiz veya aramaya çalışmamız. Aramaya calismiyorsak da zaten bu konuyu dert etmiyoruzdur yani hiç bir sorunumuz yok demektir.

Kendini beğendirme üzerine düşünceler

Kendimizi beğendirmek için kimi zaman can atarız. Peki amacımız nedir? Takdir görünce kendini daha mı iyi hissediyor insan. Böyle bir inanış var sanırım. Diğerlerinden beğeni görmek, takdir toplamak varolussal açıdan bizi tatmin ediyor sanırım. Ancak bunun ben algı olduğunu düşünüyorum. Kendimizi begendirmeden de insanin yaşayabileceğini düşünüyorum. Aslında bu durum insanın kendini tanıması ve kendini tatmin edecek bir şeyler bulmasıyla ilgili. Kendimizle uğraşır kendi içimize döner ve başka uğraşılar bulabilirsek başkalarından takdir toplamak zorunda kalmayız. Beğeni toplamanin gereksiz bir algı ve anlam yüklemelerden birisi olduğunu görebiliriz.

Savurulup giden insan, mutluluk ve mutsuzluk

Mutlulukla mutsuzluk arasında gidip geliyoruz, mutluyken mutsuz olmamiz an meselesi, mutsuzken mutlu olmamız yine an meselesi. 

Karmaşık duygular içinde gidip geliyoruz. Bazen bu beynimizin bir oyunu gibi cereyan ediyor. Zihnimize sürekli farkli bilgiler anılar pompalıyor. 

Dolayısıyla insan bir karmaşa içinde dalgalı bir okyanusta ilerler gibi ilerliyor, duygularımız dalgalı, inişli çıkışlı. 

Ancak kendini kontrol etmek önemli, rahatlatmak değil kast ettiğim. Mutsuzluğa iten şeyin üstüne kararlılıkla gitmek gibi. Ancak o zaman o sorunu tam olarak çözüp kendimize kabullendiririz. Öyle her şeyi kabullenen kaderci bir kabulleniş değil kast ettigim. Çözüme kavuşturup kabullenmekten bahsediyorum. Örneğin az önce söylediğim gibi insanin inişli çıkışlı duygu karmaşası içinde yaşaması gibi. Bu gerçeği görüp kabullenmek bizi en azından huzurlu yapar. Yani hakikat insana huzur verir. Gerçeklerle yüzleşmek acitsa da insana kalıcı huzuru verir.

Sahip olduklarımız ve talih

Zengin olmak bir başarı mıdır? İyi ortamda doğmuş olmak bolluk ve bereket içinde olmak insanı mutlu yapar mı. Hatta mutluluk elde edilmesi gereken yegane şey midir? Bir insansın değeri kendi hayatına verdiği değer ne olmalıdır bu durumda. 
Sahip olduklarimiz her gün yiyecek bulmak bizi mutlu etmez. Bedenimizin açlık ve barınma olarak bir tehlikede olmaması hayatımızı bir şekilde devam etmemizi sağlar. Ancak insan ruhunun açlığını steril ortamda ve iyi koşullarda olmak bastırır mı? Sanmıyorum öyle olsa şu modern çağlarda herkesin yiyecek ve iyi ortam bulduğu bu çağda bu kadar mutsuz insan bulmazdik. Demek ki insanı iyi koşullar iyi hissettirmiyor. Kişi ya da genel olarak insan ruhu varlığına bir anlam yüklemek ruhun ihtiyaçlarını karşılamak istiyor. 

Ruhun belirli ihtiyaçları var mı acaba? Nasıl kendimizi iyi hissederiz? Bu çok önemli bir soru. Kişiden kişiye göre değişen bu istekler çeşitli mi? Yani herkes farklı şeylerin peşinde mi yoksa hemen hemen insanların istekleri aynı mı? 

İnsan ruhu hangi bakımdan doyumda olmak ister bunları iyi belirlemek bizleri gereksiz şeyler üzerinde durmamizi engeller en azından. 

Ama ilk soruma gelecek olursak yani fakir ile zengin arasında ruhsal istekler bakımından çok farklılık var mı? 

Sanki herkes çevresine göre takdir görmek saygın olmak istiyor. Bazıları bunu diğer kişilerle iyi geçinerek sağlıyor bazıları da diğerlerini korkutarak etkisi altına almaya çalışıyor. 

Konuları biraz karıştırdim ama talih konusunun da önemi büyük, herkes aynı şansa ve ortamı bulamayabiliyor. Bazıları iyi koşul bakımından daha şanslı. Bunu hazır elde edenle kendi kendine elde eden arasında da büyük fark var tabi ki. Ahlaksızlıkla değil alın teri ile başarı elde etmiş kişilere asıl saygı duyulması gerekiyor. Bence başarı insanın hangi konumdan hangi konuma geldiği. Başladığı noktayı aşan korkusuzca mücadele eden, hatta sonunda pek yol kat etmese de ölümune demek istemiyorum ama sonuna kadar mücadele edenler başarıya ulaşmış demektir. 

Erdemli kalabilmek bazen eylem yerine hareket etmemek (çünkü akıllıca olan bazen bunu gerektirir) yeri geldiğinde eyleme geçmek. Sabırlı ve akılcı olmak. Öğrenmek, hatalarımızı bulmak, sorgulamak doğru için mücadele etmek insanı iyi hissettirir.

Boş işlerle vakit kaybetmek

Bazen öyle boş işlerle o kadar vakit kaybediyoruz ki. Hatta vaktimizin çoğu bu işlerle uğraşmaktan geçiyor. İnsanr yapacağını bile bilmeyen bir varlık. Zaten ne için yaşadığımızı bilmiyoruz çoğunlukla. Hal böyle olunca sonunda bir şey elde edemeyeceğimizi bilmeden canımizi verircesine o işlerle uğraşırız. İnsanlar bu motivasyonu nasıl buluyor anlamıyorum. 
Hayatın boş olduğunu kast etmiyorum asla. Yapacak çok güzel şeyler var örneğin sanatla uğraşmak yaratıcı şeyler yapmak sporla uğraşmak bunlar güzel ve eğlenceli. Hayatı degersizlestirmiyorum. Sadece bazen kendimizi boş işlerle uğraşmayı borç bilip o işe kendimizi kaptirmamizdaki saçmalığı söylüyorum. Örneğin borsa hisseleriyle uğraşmak şans oyunu oynamak. Hatta iskambil kağıdı oynamak. Bence kağıt oyunlarının hiçbir anlamı yok. Tamamen zaman kaybı. Televizyon izlemek. (bazı diziler hariç 😃). Bu bahsettiklerim zaman çalici şeyler ancak benim söylediğim daha çok kendini boş bir işe kaptirmak.

İnsanların birbirine göre varlığı

Saatleri ayarlama enstitüsü romanında insan insanın cehennemedir diyordu. Aslında birbirimize cehennemler yaşatıyoruz diyordu.
Bir insan ıssız adada yaşadığında sıkıntıdan patlar tabi ama bu cehennem olduğu azapla ve acı içinde bir yaşam olduğunu gösterir mi? tam olarak göstermez bence.
Ancak öte yandan da sosyal varlıklar olduğumuzu söylüyoruz birbirimize muhtaç olduğumuzu düşünüyoruz. Hep birbirimize mecburuz ancak öte yandan kendi araızda da anlaşmazlığa düşüyoruz. Kavga ediyor tartışmalar çıkıyoruz. Hem birbirimizi istiyoruz hem de istemiyoruz. Çok büyük bir çelişki. Aslında insan tam olarak ne ister ?

Kabullenişler

Kafamızdaki beklenen istenen senaryonun tamamen gerçekleşmesi şart değil. Zihnimizin bu şartlamaya girmesine izin vermememiz gerekiyor. İstenen şey gerçekleşmeyebilir, bu durumu her zaman göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Öte yandan var olan durumlar da değişebilir. Kendimize kurgusal ussal bir varlık olarak bakmamız gerekiyor. Yani soyut değişmez mutlak bir varlık değiliz. Biyolojik varlık olan insanın sağlığının değişmesi kadar, beynimizdeki vücudumuzdaki kimyasal tepkilerin, ruhsal durum, yaşadıklarımız, beslendiğimiz yiyeceklerle de alakalı olduğunu bilmemiz gerekiyor. Şimdiki biz t anındaki o kişiyiz, t+1 anında farklı kişi olacağız. Çocukluğumuzdaki bir her ne kadar bizim geçmişteki küçüklük halimiz olsa da aslında aynı kişiler değiliz. Bir kitap okuduktan sonra insanın düşünceleri bakışı değişir yani yine aynı kişi değildir artık. Dolayısıyla insanlar değişebilir,

Zamanı boşa harcamak

Çoğu zaman ne yaptığımızın farkında bile değiliz. Monotonlasan hayatımızda çoğu gün birbirinin tekrarı gibi. Bir şey katmadan öğrenmeden aynı şeyleri yapıp duruyoruz. Sonunda da sıkıntıdan patliyoruz. 

Ben artık hiçbir şey yapmıyorken bile oturup düşünüyorum. Gördüklerimi yaşadıklarımı hayatı diğer insanları neredeyim diğer insanlar nerede, hayatla ilgili bilgilerimi düşüne düşüne artirmaya çalışıyorum. En azından monoton her gün birbirinin aynı olan günlerin arasında düşünce dünyamda seyahatlere çıkarak bilgimi tecrübemi artıyorum. Bazen öyle bir çıkarım yapıyorum ki ne zamandır hatalı düşündüğümü ve o şeyin ne kadar yanlış olduğunu düşünüyorum. Beni böyle şeyler mutlu ediyor. Yanlışlarımi bulmak ve kendimi doğrultmak. Kendimi giderek daha olgun hale getiriyorum. Kendi kendime kuruntu yaptığım kendimi çokça korkuttugum şeyleri düşünüyorum ve onların üzerine gidiyorum. Bir bakıma kendimle çatışıp savaşıyorum. İçimdeki düşünceler fikirler meydan muharebesi içinde savaşıyor. Yanlış düşünceler ağır yara alıyor doğru ve sağlam düşünceler ayakta kalıp zafer olan ediyor. 

Kendi kendime düşünerek vakit geçirmek hoşuma gidiyor. Aslında kendi kendime de değil düşünen kişi o anda benim ama kafamda savaşan düşünceler anonim ve herkese ait. Düşüncenin belki de hayalin üzerimde olması bana ait olduğunu göstermiyor. Benim o anda bir şekilde bir yerden öğrendiğim ve üzerinde durduğum düşünce olarak geliyor. İnsanin sadece kendi fikri nasıl oluyor ki hem? Sadece kendi kendine türetip düşündüğü konu var mıdır? Hep bir yerlerden alıp öğrenip biz de satmiyor muyuz? Evet biraz değiştiriyoruz ama bizim değil ne yazık ki o düşünce. O bakımdan ben düşündüğüm hatta sahip olduğum herhangi bir şeyde tam olarak sahiplik hissetmiyorum. 

Her neyse, kısaca benim yaptığım şey kendi kendine şarkı söylemek gibi. Mırıldanıp mutlu olmaya çalışıyorum. Kendimle içimdeki düşünceler hislerle konuşup ne olup bittiğine bakıyorum. Dinliyorum, anlamaya çalışıyorum. Bazen yakin bazen uzak. Bazen dalıp gidiyorum bir şey düşünürken. Bazen daldan dala atlıyorum (aslında bu beynimizin yaptığı bir şey). Zamanı böyle değerlendirince bana daha keyifli geliyor. 
Yaptığım iş mesleğim mecburiyetten yaptığımız şeyler hep aynı şeyler ve hayatı sıradanlaştırıyor. Bu bana göre hiç değil. 

Benim keşfetmem öğrenmem gerekiyor. Öğrenmem gereken o kadar çok şey var ki. 

Dış dünyamız ve iç dünyamız

Bu konuda daha sonra uzun uzadıya yazacağım ancak bir şeyler karalayayim. 
Dış dünyamız gördüğümüz dokunduğumuz eyleme geçip mudehale ettiğimiz dünya. İnsanlar eşyalar binalar parklar doğa dünya yer yüzü. 
İç dünyamızda ne var. Kafamizdaki dünyada. Dış dünyada etkileşime geçtiğimiz her şeyi hafizamizda canlandırıyoruz. Aslında bir şeyi var eden bizim onu zihnimizde var olarak algilamamiz yok olarak algiliyorsak yok gibi gelebilir. 
Hep denir ya dünyayı nasıl algıladığımız önemli diye. Evet önemli. 
Ancak iç dünyamıza hiç giriyor muyuz? Yani bilincaltina attığımız onca bilgi, geçmiş, yaşanmışlıklar ve bu yaşanmış şeylerin bizde oluşturduğu etki. Bazi etkileri bizi derinden etkileyip tedavi edemediğimiz travmalara yol açabiliyor. Neden? Travmanin korku olduğunu düşünürsek bir şekilde bilinç altında duran ve travmaya neden olan olay ya da durum sürekli bu korkuyu besliyor. Bu korkunun kaynağına inmedigimizde sonucu oluşturan nedeni görememiş oluyoruz. Yani travmanin sağladığı korkuyu yenemedigimizden onu sürekli sürekli yaşıyoruz. Çünkü dışarıdan gelen bir etki onu uyararak tetikleyebiliyor. Kisiligimizi oluşturan ve yaşanmışlıkların geri beslemesiyle ve kendi capimizda değerlendirmesiye oluşan benlik de benzer süreçlerden geçiyor. Yani bizi biz yapan şeyin birçok çevresel nedeni var; genetik çevresel sosyal. Yani çevremizden bir öğreti ve baskı geliyorsa o yönde kisiligimiz oluşuyor. 

İç dünyamızı bizi oluşturan bu benliğe hiç yolculuk yapıyor muyuz? Aman tanrım ne kadar korkunç sorular bunlar. 
Bazense kafamızda sürekli zihnimize düşen ve bizi baskı altına sokan bu düşünceleri bastırıriz ve geri plana atarız. Aslında bu yapılabilirse güzel bir yöntem. Ancak kalıcı bir çözüm değil geçici bir çözüm olabilir. 
Kafamızda soru işareti olarak gezen konuları nasıl çözebiliriz?

Her şeyi çözemeyiz ancak kaçarak da kurtulamayiz. Bu nedenle korkusuzca üstüne gidip nedenlerini düşünüp suçumuz varsa bunu kabul edip içsellestirerek birakmamazi ve salmamiz gerekiyor. Yani kene gibi yapışmış bir düşünceyi üstüne giderek onu yorarak kendimizden uzaklaştırıp salmamiz gerekiyor. 
Biz sorun olarak gördüğümüz şeyi kabullenip onun üstüne giderek, yapabileceklerimizin sınırlarına bakarak ne yapacağımızı belirlersek en azından bize sürekli baskı yapan ve her durumda tetiklenen bir kök sorun olmaktan çıkarmış oluruz. 

Bir nevi bataklığı kurutmamiz gerekiyor.

Bilmek mi Yaşamak mı?

Saatleri ayarlama enstitüsü romanının son kısımlarında yazıyordu; 
Bilmenin sınırı yok, bileceğim diye yaşamayı kaçırabilirsiniz, ama yaşamak başka onu hayatın içinde tecrübe ederek görebilirsin anlamına gelen şeyler söylüyordu. 

Yani bir şeyi denemek için yeterli bilgim yok diye çekincede kalıp yapmamaktan bahsediyor. 
Bunu beklersek yaşamın içinde olan eylemler de ertelenebilir. Yaşam tutkusunu bir şeyler yapma isteğini bilmek adına köreltiyor muyuz acaba? Yani bilmenin öğrenmenin sonu yok. O yüzden mi biz bilgiciler ve doğrucular sürekli bir şeyler öğreneyim derken yaşamın kendisini kaçırıyoruz. Eyleme geçmekten yaratıcılığımıza dair bir şeyler yapmaktan korkuyor ve çekiniyoruz.

Bilgi bilmek iyidir muhakkak bize her zaman faydası olacaktır ancak her şeyi bileceğim ve yanlış olanı yapmamak adına daha da bileyim derken nasıl yaşamın içinde kalacağız. 

Antik yunan filozoflarının bir hikayesinde geçiyordu. Bir filozof kuyuya düşüyor diğeri de yardım istiyor, ve yardım istenen kişi kuyuya düşen filozofa yardım etmiyor çünkü onun kuyudan çıkarmanın iyi bir şey mi kötü bir şey mi olduğundan emin olamıyor. 

Doğru nedir diye bilgi peşinde koşarken yanlış yapmamak için kendimizi parçalarken, hayatı kaçırıyor muyuz?

Yine aynı kitabın devamında yanlışın da hayatın içinde şeyler olduğunu söylüyordu.

Sonsuz Uyku

Uyuyup uyanıyoruz, uyumak zihnimizdeki kaygıları bize unutturuyor bir süreliğine geçici de olsa,  sabah kalkıyoruz kaygılarımızı hatırlıyoruz sonra adım adım çözmeye çalışıyoruz. Akşam olup yine uyuyacağız, uyumadan yaşamalıyız, uykumuz gelmeden yapamadıklarımızı içimizden gelenleri, arzularımızı heveslerimizi tutkularımızı gerçekleştirmeliyiz. Az sonra akşam olacak ve yine uykumuz gelecek. Hele ki sonsuz uykudan önce yaşamalıyız, yaşamaya çalışmalıyız. 

Cumartesi, Mayıs 11, 2019

Eğriova göletine (Yenice) nasıl gidilir

İnternette arattım tarattım herkes gitmiş ama nasıl gittiğini yazmamış. Buraya gitmek için ormanda kaybolduk 3 saat rötar yaptık. Umarım gitmek isteyenlerin işine yarar.

Karabük Yenice Yoluna sapın
Pinçlik tüneli yakınında Sipahiler köyünü hedef alın.
Sipahiler köyünü transit geçin
Bir sonraki köye gelmeden aşağıdaki resimdeki tabelayı göreceksiniz


Buradan sağa sapın. Buradan sola giderseniz bir sonraki köye gidersiniz orası yanlış yol. Geri gelip tekrar bu tabelanın olduğu yerden sağa dönün.

Sonra yolu takip edince küçük tabelalarda yönleri söyleyecek.
Bu aşamadan sonra iki yol ayrımı var. Bu kısmı net hatırlamıyorum. Resimdeki dönemeç en kritik yer. Buradan sonrası tabelalarda gösteriyor yavaşlayıp durun ve tabelaları okuyun mutlaka.

Aşağıda kampta çektiğimiz fotoğraflara bakabilirsiniz. Vaktim olursa kampla ilgili düşüncelerimi yazacağım. Ancak yukarıdaki resimden sonra 7 km 'ilk yol arazi araçlarına daha uygun. Normal araba ile de gidebilirsiniz ama yerden biraz yüksek olsun. Yere yakın arabayla gitmeyin altını sürtebilirsiniz :) Normal arabalar (benimki Toyota Auris) arada hafif de olsa sürttü ancak gitmeyi başarabildik. Dediğim gibi gidiyor ama dikkatli ve yavaş gitmek gerekiyor benden söylemesi.



Untitled



Ayrıca hatırladığım kadarıyla haritadaki kritik dönemeci de işaretledim. Çizimim doğru olmayabilir !!! ama öyle hatırlıyorum. Yardımcı olması açısından gönderiyorum, sonradan paylaştım diye beni pişman etmeyin yanlıştı harita diye. Sipahiler köyünü geçince bir sonraki köye gelmeden yukarıdaki fotoğrafta gösterdiğim dönemeçten döneceksiniz (zaten tabela üstünde yazıyor el yazısı ile). Gittiğimiz yolu hatırladığım kadarıyla kırmızı çizgilerden geçtik. Ancak tekrar ve son kez uyarıyorum! Yukarıdaki fotoğraf ve tabelaları öncelikle dikkate alın lütfen!!!! Çizimim doğru olmayabilir!!!! Harita çizimimden dolayı yanlış giderseniz sorumluluk kabul etmiyorum!