Perşembe, Eylül 13, 2018

İkili düşünceler

İnsani zihninde karar ya da görüşlerini niteleyen tek bir düşünce yok. Yargılarımız oluşturan alt düşünceler hep karşılıklı, kafamızda dönen düşünceler hep karşılaştırmalı olarak varlar, düşüncelerimizin sürekli değişmesi de bundan. Yargıya vardigimiz şeyin karşısına karşı düşünceyi koyarak düşünüyoruz sonunda bir tarafa eğiliyoruz ancak diğer taraf zihnimizde hep var oluyor. Belli bir süre olay vs den sonra kafamızda hala yer alan o karşıt düşünceye de geçiş yapabiliyoruz. 

Zihnimizdeki düşünceler aynı şekilde kalmıyor tabi, değişiklik gösterebiliyor gördüklerimiz tecrübe edindiklerimize göre farklı bir şeye evrilebiliyor ancak o zaman da yine karşısına karşıt görüşu koyuyoruz ve tekrar bir yargıya varabiliyoruz. Düşünceden düşünceye evrilme ağaç yapısında dallanma şeklinde de ilerleyebilir ya da farklı türlü. Ancak zihnimizim bir düşünce modeli ya da yapısı var muhakkak. Ne kadar iyi analiz edersek kendimizi daha iyi tanıyabilir düşüncelerimizin nasıl oluştuğu konusunda bilgi sahibi olabiliriz. Bu bize ne fayda sağlar; bence çok şey insanlık hep bilinmeyeni bilmeye çalışarak ilerlemiyor mu?

Tekrar mı yaratıcılık mı?

Okuduğumuz, öğrendiğimiz, gördüğümüz şeyleri hafizamiza atıyoruz. Davranışlarımızda bunlar çok önemli yapmadığımiz görmediğimiz şeyi yapmamız mümkün mü? Çok düşük olasılık. Yaratıcı ya da özgün bir şey ortaya koymak aslında var olan şeylerin farklı oranlarda ya da kombinasyonlarda birleştirilmesi mi? Düşsel varlıkların ve kavramların olduğu bir roman yazarken örneğin yine hayvanlardan doğadan örnekler almıyor muyuz? Tolkien yüzüklerin efendisini yazarken var olan coğrafyaları örnek almadı mı? Konuşan ve yürüyen ağaçlar, savaşta kullanılan filler, düşsel ve mitolojik canavarlar, cüceler, , elfler güzel insanları, orklar çirkin insanlari betimlemiyor muydu? 

Aslında sormak istediğim ve üzerinde durduğum kadar konu, yaratıcılık dediğimiz kavram, var olan bilgileri düşünceleri yine başka şeylerden esinlenerek yeniden yorumlamak ve aynı zamanda üzerine kendimizden bir şeyler katmak mı?
Yaratıcılığın sınırı nereye kadar? Gerçekten yaratıcı şeyler ortaya koyabiliyor muyuz? Ya var olan düş sınırlarının üstüne ne kadar kadar koyabiliyoruz?

Uçak tasarlarken kuşlardan, üşümemek için yine hayvanlarin postlarından faydalanmadik mı? 



Fotoğrafın durgunluğu

Fotoğraflar özelikle içinde insanın olduğu fotoğraflar, ne kadar da ürkütücü ne kadar da etkileyici! Hemen barış abiye kulak verelim 

Zaman akmıyor sanki saatler durmuş bugün. Sonsuz yalnızlığımda bir tek sen varsın bugün

Fotoğrafa baktığımızda o an donuyor ve tekrar tekrar şu anda yaşıyor gibi belleğimize çarpıyor. 

Bunu en çok bit pazarında herhangi bir ailenin albüm fotoğraflarına yani hiç tanımadığımiz insanların suretlerine bakarken görüyorum. Eskiden 70 li yıllardan itibaren dönemi yansıtan kıyafetler insanların bakışlarındaki ifadeler, o andaki yaşam hayat buluyor sanki şimdi. 

O insanlar bir dönem yaşamıştı bunu görüyorsunuz, ve hala varlar. Biz hala yaşıyoruz der gibi bakıyorlar. Ya da bir dönem biz de hayattaydik ve bugünleri yaşadık diyorlar. 

Fotoğraf anın saklaması elbette ama o anın içinde ne gizler var ve her bakışta farklı bir giz çözülüyor. O karede neden bulunduğunu çözmeye çalışıyorsunuz, kim orada neden bulunuyordu. Aynı karede olmak neyi ifade ediyordu?

Sanki aynı dünyayı aynı kareyi paylaşmalarında ortak bir gaye varmış gibi. 

Anlar, fotoğraflar... Bir de zihnimizle hatıra olarak anımsadığımız fotoğraflar var. Onları fotoğraf gibi görmüyoruz hayalimizde saklı evet. Hayal ettikçe çekilmiş fotoğrafi izler değerlendirir gibi ya iç çekiyoruz ya da tebessüm ediyoruz. Kötü günleri hatirlamayalim iyi günler bizim olsun.

Gülen yüzlere gülmese bile varlığını ispatlayan ben varım diyen fotoğraflara bakalım. 

Fotoğraf bir varlık ispatı bir varoluşun göstergesi. Neden var niçin var sorunlarına yanıt olmuyor belki ama ben varım, ben buradayım ben buradayım diyor.

İster bina olsun ister taş ister ağaç isterse ağacın yanında duran bir at. 

Ne de güzel yerleşmiş kadraj, her şey yerli yerinde duruyor. Kimse dokunmasın her şey olduğu gibi bırakın fotoğrafta çekildiği gibi kalsın. At ağacın sağ yanında olsun öylece baksın. 

Yine aynı duyguyu daha çok resimlerde görüyoruz tabii. Oradaki kurgu insan hayali olsa da insan hayali ve zihni de zaten fotoğraf çekmiyor mu? Kim görmeden resim çizebilir (bu konuda istisna biri var ama istisna, hiç görmemiş birisi vardı 3 boyutlu resim çözebilen)

Gördüklerimiz  ve anımsadıklarımız, çektiğimiz fotoğraflar ve onlar resim olarak yaratıcı bir sanatçı elinden bambaşka duygularla ve renklerle karşımıza çıkabiliyor. 

Fotoğraflar fotoğraflar iyi ki varlar. Fotoğraf çekeniniz, çektiğiniz kişiler de bol olsun. Biz vardık diyebilelim biz güldük biz doyduk biz sevdik diyebilelim. Dünyayı, birbirimizi olup olmadık her şeyi. 

Binayı ve yanındaki ağacı mesela bu sefer. Orada durdukları ve var oldukları için. Aile fotoğrafı çekmiş eski fotoğraftaki insanlara bakalım ve kendimizi birbirimizi tüm insanlığı görelim. Hepimizin ne kadar da ortak ve benzer oldugumuzu görelim. Fotoğraf bizim aracımız olsun bizi birbirimize bağlayan bizi güzel anlar yaşadığımızı bize hatırlatan ortak dilimiz müzik gibi yani. 





Korkularımız


Öyle hemen korkularımız başlığını görünce korkularımızla ilgili her şeye açıklama getireceğimi sanmayın. 
Korkularımız o kadar iyi analiz edilmeli ki kendimiz ve insanların sorunlarıni iyi tespit edebilelim. Korkularımız saldırganlığımızın, kaygılarımızın, cesaretimizin, inandıklarımız ya da inanmadıklarımızın kaynağı mıdır? Bunlara neden olur mu bilmiyorum ancak net olarak gördüğüm şey; korkular insanın sınırlarını belirliyor. Sis içinde olduğumuzu düşünün ve 5 metre ötesini göremiyoruz, 5 metreden sonra korkularımız başlıyor yani görme   sınırımızdan ötesinde korkularımız başlıyor. En çok bilmediğimiz şeylerden korkarız herhalde. Görmediğimiz yerden sonrasını karanlık olarak düşünün oradan saldırı gelecek diye elimizdeki ateşi ya da silahı karanlığa doğru savuruyoruz. Korkularimizin kaynağı belki de binlerce yıl yaşanan bu ilkel yaşamdan da kaynaklanabilir. Doğayla mücadele içinde olan hatta Rakip kabileler rakip aileler arasındaki yaşam mücadelesi, hayatta kalabilmek adına insanlığın tüm numaralara ve taktiklere başvurabilmesi olası görünmektedir. Karşı cinsine kur yapamabilmek için tüy renkleri değişen kuşlar, avlanmak için gagası uzayan kuşların evrim sürecini düşündüğümuzde insanların fizyolojiden öte psikolojik olarak davranışlarının kökeninde ilkel zamanlardan kalma alışkanlık ve kalıplaşmış özelliklerin olması muhtemel. Yani korkularimizin kaynağı da hayatta kalma mücadelesi içinde olan insan türünün mecburi olarak başvurduğu yöntemler ve refleksler olabilir. 
İnsanların birbirini kıyımının da nedeni aslında yine var olma mücadelesi. Güçlü olan hayatta kalır vahşi doğanın kanunu. Birçok durumu doğal fenomenlere maddenin moleküllerin ve atomun davranışına bile indirgeyebiliriz belki de. Kim bilir belki de yer çekimi gibi bizi bir şeyleri yapmaya iten nedenler vardır. Akış içinde kendimize yer bulmaya çalışıyoruzdur. Tabi madde ve atomlar her zaman aynı davranışı sergilemiyor çünkü koşullar sürekli olarak değişiyor. Korkulardan hangi konulara gelmişim. Zaten yaptığımız her defasında yeni sorular sormak gerçeğe farklı açılardan bakmak değil mi? Biraz karışık oldu ama zihnimdeki düşünceler bunlardı.